Minber
Vakti zamanında Bağdat’ta ünlü bir marangoz varmış. Ustalığının bir nişanesi olarak da çok güzel bir minber oymuş. Sedef kakmalı, ceviz ağacından oyulma ve büyüleyici işlemelere sahip bu minber, namını Bağdat’ın dışına taşımış. Öyle ki bazısı çok uzaklardan sadece bu minberi görmek için bile gelirmiş. Öylesine güzel öylesine alımlı imiş ki bu minber, her gören hayran kalıyor, satın almak için abartılı rakamlar teklif ediyorlarmış. Ustası ise gelen her teklifi kibarca reddeder ve pazarlık yapmadığını şöyle belirtirmiş:
-“Bu minber Mescid-i Aksa için yapıldı.”
Bunu duyan ahali de ustayı ikna etmeye çalışırmış:
– ”Niyetin çok güzel ama Mescid-i Aksa haçlı işglalinde. Oraya gitmez bu minber. Var sen bunu sat en azından bu dünyada da rahat et.”
Bu mantıklı sözler, ustanın umrunda olmaz, kararlılığını gösterirmiş:
– “Ben bunu satmak için değil, Mescid-i Aksa’da dursun diye yaptım. Benim orayı kurtaracak gücüm yok. Benim oraya minber oyacak zanaatım var sadece. Ben üstüme düşeni yaptım. Bir yiğit de çıkar, alır Mescid-i Aksa’yı, diker minberi. Benim elimden gelen budur.”
Gel zaman git zaman ustanın minberini duymayan kalmamış. Öyle ki sadece bu işten anlayan zanaatkarlar değil, sokakta oynayan çocuklar bile minberden haberdar olmuş.
Aradan 40 yıl geçmiş. Usta vefat edeli çok olmuş. Ama o zamanlarda sokakta oyun oynayan çocuklardan biri, ustanın sözlerini vasiyet bilmiş. Almış Mescid-i Aksa’yı, almış minberi, koymuş minberi Mescid-i Aksa’ya. Minber hedefini bulmuş. Ustanın vasiyeti gerçekleşmiş. Diller bu yiğidi Selahaddin Eyyubi diye anmış.